Yeni yılınız kutlu olsun… Evet ülkemizde pek fark edilmiyor ancak Çin yeni yılı 8 Şubat itibari ile başladı. Bu sene ateşten maymun yılı… Dünyanın bütün önde gelen şehirlerinde, havaalanlarında, uluslararası neredeyse bütün merkezlerde büyük bir heyecanla kutlanan Çin yeni yılı maalesef bizde daha pek etkisini gösteremiyor. Tıpkı dünyanın en büyük yirmi birinci şehri olmasına rağmen Istanbul’un sıralamada yer alan şehirler içinde tek “Chinatown” bulundurmayan şehir olması gibi…
Keza aynı durum ekonomik ilişkilerimizde de bir benzerlik gösteriyor. Çin’den neredeyse ne bulursak ithal ediyoruz. 25 milyar doları bulan ithalatımız ile Çin enerji kalemleri dışında en büyük ithalat yaptığımız ülke. Ancak ihracatımıza baktığımızda durum hiç iç açıcı değil. Keza turizmde resim aynı: Dünyada en çok para harcayan turist kategorisine oturan Çin’li turistleri ülkemize çekecek maalesef pek bir girişimimiz yok. Çin para birimi ile dış ticaret ve dış borçlanma rakamlarına bakarsak IMF’de rezerv para olarak kabul görmüş bu para biriminde ülkemizde neredeyse hiç işlem olmadığına tanık oluyoruz.
Geçen sene THY’nin ilk direk uçuşu ile gittiğim San Fransisco’da neredeyse kendimi bir Çin kentinde hissetmiştim. Keza geçenlerde gittiğim Londra’nın merkezi bölgelerinde Çin’ce konuşan bir satış elemanı bulunmayan mağaza görmedim diyebilirim… Ama bizde daha maalesef Çin daha kendisini o kadar hissettirmiyor.
Peki ne olacak da biz Çin trendini bir yerde yakalayacağız?
Son zamanlarda ilişkilerimizde ciddi sıkıntılar yaşadığımız Rusya sanırım burada imdadımıza yetişecek. Rusya’nın komşu ülkeleri ile olan ilişkisi yalnızca bizleri endişelendirmiyor. Çin de tabii ki Rusya’nın jeopolitik hamlelerini yakından takip ediyor. Pekin’in, Moskova tarafından Rusya’nın özel ‘etki alanı’ndan uzak tutacağına dair endişesi yeni değil: Çin’in Şangay İşbirliği Örgütü üye ülkeleri (Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan va Tacikistan) ile birlikte serbest ticaret bölgesi oluşturma girişiminin Moskova tarafından reddedilmesinin ardından Rusya, Kazakistan ven Beyaz Rusya ile birlikte Avrasya Gümrük Birliği’ni kurmuştu.
Başkan Xi Jinping’in 2013 sonbaharında gerçekleştirdiği Orta Asya turu, Çin’in üç kıtayı birleştiren devasa projesi ‘İpek Yolu İktisadi Şeridi’nin tanıtılması ile eş zamanlı olmuştu. Heyecan verici bu yeni proje, eski Çin’de Han İmparatorluğu döneminde (MÖ 200-MS 200) hayata geçirilmiş olan ve Çin’i Ortadoğu ve Avrupa’ya bağlayarak tüccarların, dini görevlilerin, paralı askerlerin, teknolojinin ve hatta hastalıkların Batı ve Doğu dünyası arasında dolaşımını kolaylaştıran tarihi İpek Yolu ticaret hattını bir anlamda yeniden canlandırmayı hedefliyor.
Çin’in yeni İpek Yolu projesinin karayolu ayağı Orta Çin’de yer alan Xi’an şehrinden başlayarak Kazakistan sınırına uzayacak. Karayolunun buradan güneybatıda yer alan İran’a uzaması, ve daha sonra Irak, Suriye ve Türkiye’den geçmesi bekleniyor. Avrupa’ya uzanacak olan İpek Yolu, İstanbul Boğazı’ndan sonra Bulgaristan, Romanya, Çek Cumhuriyeti ve Almanya’dan geçip, Hollanda’da Rotterdam limanına ulaşacak. Yeni İpek Yolu buradan sonra İtalya’nın Venedik şehrinde projenin denizyolu ayağı ile buluşmuş olacak. Projenin denizyolu ayağı Quanzhou’dan (Fujian) başlayıp Çin’in diğer limanlarından geçerek Malakka Boğazı’na uğrayacak. Malezya’nın başkenti Kuala Lumpur’dan sonra Avrupa’ya yönelecek.
Çin, İpek Yolu’nun geçtiği bölgelerde ‘sermaye yakınlaşması ve para birimi entegrasyonu’nu ve altyapı ağlarının (özellikle demiryolu ve limanlar) oluşturulmasını tasarlıyor. Çin halihazırda Avrupa pazarlarına açılan ‘önemli limanlar’a dikkat çeken büyüklükte yatırımlar yapmış durumda. Avrupa’ya giden ürünlerini Rusya’yı pas geçecek şekilde taşımak amacıyla Kırım’da yaptıkları 10 milyar dolarlık derin su limanı yatırımı bu bakımdan önemli bir örnekti. Ancak Rusya’nın Kırım’ı topraklarına katmasının ardından bu proje ‘çevresel sebepler’ bahane edilerek durduruldu.
Bu yeni İpek Yolu projesinin ülkeler arasındaki ikili anlaşmalar silsilesi ile mi yoksa Çin ile ASEAN ve AB gibi bölgesel yapılar arasında yapılacak anlaşmalar ile mi uygulanacağı hala netleşmiş değil.
Mao Zedong’un ölümünden bu yana Çin’in dış politikasının temel olarak ülke içi faktörler tarafından belirlenmekte, hükümetin temel önceliği ekonomik gelişme ve siyasi istikrarı sağlamak olmuştur. Orta Asya’ya yönelik politikalar da bu eksende ele alınmaktadır. Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan, Çin’in genellikle istikrarsızları ile anılan Xinjiang’a isimli otonom bölgesine komşudurlar. Bu bölge zenginlikte Çin’in en az gelişmiş bölgelerinden birisi olarak 29 bölgesi arasında 25’inci sırada yer almaktadır.
Xinjiang’da üretilen ürünlerin Çin’in Orta Asya’daki komşularına ihraç edilmesi bu stratejinin bir parçası. Halihazırda bölgenin ihracatının %78’inin Orta Asya ülkelerine yapılıyor olması, İpek Yolu İktisadi Şeridi’nin hayata geçirilmesi ile birlikte Xinjiang menşeli ürünler için Orta Asya’da uzun soluklu ihracat noktaları oluşması, böylece bölgenin ekonomik gelişiminin daha güçlü ilerlemesini sağlaması amaçlanmaktadır. Pekin yönetimi, Xinjiang ile Orta Asya ülkeleri arasında ticaret akışının sağlanması amacıyla ülkenin batı bölgesinde ticaret altyapısına halihazırda 91 milyar dolardan fazla yatırım yapmış durumda.
İpek Yolu projesinin önemli ayaklarından birisi de enerji güvenliği konusudur. 1989 ile 2011 arasında Çin, yıllık ortalama %10 büyüyen bir ekonomiye sahip olmanın avantajlarına sahipti ve buna bağlı olarak enerji ihtiyacı da hızla yükseldi. 1980’lerden itibaren Çin kendi kendine yeter bir ülke olmaktan çıkıp bugün yurtiçi tüketiminin hemen hemen yarısını dış kaynak kullanımıyla karşılar hale geldi. İç kaynaklarında da kömüre verdikleri ağırlık nedeni ile oluşan çevre ve hava kirliliği de öylesine çekilmez bir seviyeye geldi ki geçtiğimiz senelerde sekizyüzden fazla kömür madenini kapatmak zorunda kalan Çin, dış kaynak ile bu kaybettiği kapasiteyi yerine koymak zorunda kalmaktadır.
2000’li yılların başlarında Çin, Ortadoğu ve Afrika’ya olan bağımlılığını azaltmak amacıyla Rusya’dan enerji ithalatını 30 kat arttırmıştı. Bu girişimin temel iki sebebi bulunmaktaydı: ilki, Ortadoğu ve Afrika’dan yapılan ithalatın denizyolu ile yapılıyor olması ve zaman zaman deniz korsanlarının saldırıları, bazen de idari sebepler nedeniyle enerji tedariğinde gecikmelerin yaşanması; ikincisi ise, Ortadoğu ve Afrika ülkelerinin enerji tedariğinde aksamalara, hatta bazen tamamen bunu durdurmaya varacak şekilde kronik hale gelmiş politik karışıklıklar yaşaması.
Bugün ise durum biraz daha farklı; Çin, Rusya’ya olan enerji bağımlılığının artmasına temkinli yaklaşıyor ve alternatif enerji kaynakları üzerine yoğunlaşıyor. Orta Asya ülkeleri enerji kaynakları bakımından zengin oldukları için, Çin bu ülkelerden olan enerji ithalatını gittikçe arttırıyor. Diğer bir deyişle, yeni İpek Yolu projesi Çin’in enerji tedariğini yeni Orta Asyalı ortaklarından temin etmesini sağlayacak. Bu proje Çin’in yeni ortaklarından enerji ithalatı için kullandığı tedarik rotalarının güvenliğini ve gelişimini sağlayacağı gibi, Ortadoğu, Afrika ve Rusya’dan kaynaklı olabilecek enerji tedariğindeki aksama/kesintilerin muhtemel etkilerini de aza indirecek.
Orta Asya ülkelerinden geçecek yeni bir İpek Yolu ile birlikte Çin, mallarını Avrupa pazarlarına ulaştırmak için alternatif bir karayolu ulaşım rotasına kavuşmuş olacak. Bu yeni güzergah halihazırda Rusya’dan geçen karayolu rotasının yerini alacak. Günlük 1 milyar euroyu bulan Avrupa Birliği ve Çin arasındaki ticaret hacmi günümüzde çoğunlukla deniz yolu kullanılarak, Süveyş Kanalı ve Şangay’ı birbirine bağlayan yollarla gerçekleştirilmektedir. Bu devasa ticaret hacminin sonucu olarak, Çin’in limanları Avrupa’ya gidecek kargolarla yüklü gemiler neredeyse tıkanma noktasına gelmektedir. Bu durum Çin’in altyapısı üzerinde baskı oluşturduğu gibi, Avrupa’ya denizyolu ile taşımacılık yapmak da nispeten daha uzun zaman gerektirmektedir: iki nokta arasındaki ulaşım için 20 ile 40 gün arasında bir süre gerekiyor. Öte yandan, Xinjiang’dan başlayarak Doğu Avrupa’ya uzanacak bir karayolu rotası Çin ürünlerinin Avrupa pazarlarına 11 günde ulaşmasını sağlayabilir.
Diğer bir önemli nokta da, yeni bir İpek Yolu’nun Çin mallarının Rusya’dan geçmek zorunluluğu olmadan Avrupa’ya ulaşabilecek olmasıdır. Enerji tedariğinde olduğu gibi Çin, Rusya’nın, ticaretteki önemli ortaklarından birine yönelik iktisadi politikasına çok fazla etkide bulunmasını istemiyor. Çinli politikacılar, Rusya ve AB arasındaki ilişkilerin kötüye gitmesi durumunda veya Çin ve AB arasındaki ticaret hacminin karayolunu kullanmayı gerektirecek duruma gelmesi halinde Moskova’nın Çin karşısındaki etki gücünün orantısız olarak artacağından endişe ediyor, ki bu Çin’in ne pahasına olursa olsun sakınmak isteyeceği kötü bir senaryo. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, yeni İpek Yolu İktisadi Şeridi ile ilgili olarak, bu projenin bir “kazan-kazan önerisi” olduğunu belirterek, “3 milyar insanı kapsayacak, olağanüstü maden ve enerji kaynaklarına sahip, Avrupa ve Ortadoğu’ya ulaşımı sağlayacak bir serbest ticaret bölgesini neden istemeyelim?” demişti.
Yeni İpek Yolu ve üzerinde yükseldiği endişeler, Rusya ve Çin arasındaki temkinli yaklaşımın boyutunu göstermektedir, ancak Pekin’in yalnızca Rusya’nın Orta Asya’daki etkisini sınırlamak için bu projeyi ortaya koyduğunu söylemek yanlış olur. Yeni İpek Yolu girişimi Çin’in Rusya’yı iktisadi, siyasi ve coğrafik olarak baypas etmesine olanak sağlarken, aynı zamanda ülke içi (Xinjiang’ın gelişmesi), bölgesel (sınırötesi ticaret ve altyapı) ve küresel (tedarik hatlarının oluşması) faydalar da sağlayacaktır.
Son olarak, Avrupa kıtasına uzanacak hızlı bir karayolu rotasının varlığı, Çin’in, yıllardır Rusya’nın ‘etki bölgesi’ olarak bilinen ülkelerle doğrudan ilişki kurmasına olanak sağlayacak. Keza aynı yaklaşım Avrupa için de geçerli: geçtiğimiz Kasım ayında Başbakan Li Keqiang’ın Bükreş’te yapılan bir Avrupa ülkeleri liderleri zirvesine katılması da bunun önemli bir göstergesi oldu diyebiliriz.
Ülkemizde de Çin menşeili yatırımların geçtiğimiz sene içinde artmaya başlaması da aynı senaryonun bir parçası. Önce Tekstil Bank’ı satın alan dünyanın en büyük bankalarından birisi ICBC’nin ülkemize yatırım yapması ve hemen arkasından da Kumport’u COSCO’nun satın alması bu yeni trendin bir müjdecisi tabii ki olabilir.
Avrupa’da gayrimenkul, profesyonel futbolcu, teknoloji şirketleri, otomobil üreticileri, Club Med gibi tatil köyleri satın alan Çin’li yatırımcılar önümüzdeki dönemde ülkemiz ekonomisinin gelişiminde önemli bir yer tutabilirler. Ancak bu gelişmeler tabii ki iki ülke iş dünyası ve siyasi liderlerinin birbirlerini çok daha iyi tanımaları ve güvene dayalı bir ilişki kurmaları ile mümkün olacak. İşte bu bağlamda çalışmaları sürdüren ÇITAM (www.ChinaInstituteTurkey.com) gibi bağımsız araştırma kurumlarının çalışmalarında daha başarı olmaları için desteleniyor olması gerekmekte. Benzer bir şekilde TUSIAD bünyesinde hayata geçen Çin networkü, daha aktif çalıştığını gözlemlediğimiz DEİK Türk Çin İş Konseyi gibi iş dünyası platformları ile önde gelen bankalarımızın ve şirketlerimizin Çin’de açtıkları temsilcilikler bu olumlu gelişmeleri destekleyecek önemli katkılarda bulunacaktır. Yakın bir gelecekte Bank of China’nın da ülkemizde aktif bankacılık faaliyetine geçme planları içinde olması, birçok değişik alanda önemli yatırım ve şirket satın almaları için Çin’li firmaların isimlerini sıkça duyuyor olmamız bu yönde önemli gelişmelere gebe olduğumuzun müjdecisi diyebiliriz.
Ancak bütün bunların uzun soluklu girişimler olduğu gözden kaçırılmamalı. Bir Çin atasözünde dendiği gibi “iş yaptığımız için dost değiliz, dost olduğumuz için iş yapıyoruz”. Önce birbirini tanımak, güvene dayalı bir ilişki inşa etmek, sonra bu ilişkileri nakite çevirecek iş ilişkilerini geliştirmek. İşte onun için karşılıklı öğrenci değişimleri, ortak akademik çalışmalar, değişik alanlarda hayata geçirilecek platformlar bu ilişkileri temenni ettiğimiz seviyeye çekmemize er ya da geç faydalı olacaktır.
Yazının hazırlanmasında destek veren ÇİTAM Başkan Yardımcısı Serkan Elden ve uzmanı İlker Gündüz’e teşekkürlerimi sunarım.